9 Ağustos 2012 Perşembe

Hadi!

Yıne günler saatleri, aylar günleri kovalamış, yine bir yaz bitmiş gibi olmuşken... Ben işi gücü bırakmış, gündüz kuşağında ne yapılır adapte olmaya çalışırken. Sadece altı günüm kalmış, vizesi, pasaportu, polisi uğraşıp da gün sayarken. Bavula ne koysam, yanımda ne götürsem, ipod doğru şarkıları içeriyor mu, çiçekleri kime versek, kediyi ne zaman emanet etsek... Hala bağlanamayan internetim, -sevgili, ilgili telekom sağolsun- çantamda netbook, Cihangir'de cafe cafe gezerken, elimde not defterim, kalemlerim, en sevdiğim mise - en- place'ım. Gideceğimiz yerlerde ne yiyelim, ne içelim, hangi müze varmış, aa bak burası çok şekermiş notlarım. Yirmi iki günlük kaçalım artık biraz, kalalım biraz başka yerlerde planları. Ve yine her seyahat olduğu gibi eminim ki, her farklı şehirde ben yaşarım ki burada, şu sokakta otururdum kesin, pazar günleri şu cafeye kahvaltıya gelirdim, şurada kahve içer kitap okurdum. Değişimden hoşlanmayan bünyemin, mavi ekran verdiği anlar. hoşçakal İstanbul, mahvettin bu yaz beni sıcağından, başka yerlerde deniz manzarasına bakarken, bir elimde biram, diğerinde sevgilim, oh be diyeceğim arkandan..

28 Mayıs 2012 Pazartesi

Kooperatifçiler Bölüm 1

Serpil Yenge yine sabah 7'de uyanmış, sedefli pembe ojelerini tazeleyerek, kaprisini, sandaletlerini giymiş, bel çantasını taktığı gibi, sabah sporuna çıkmaya hazırlanıyordu. Eşine ses etmeden, ama bir hayli patırtı gürültü yaparak tepesi kafasını açıkta bırakan ama önü siperli şapkasını arama faslını bitirmişti. Dördüncü katta bulunan yazlık apartman dairesinden merdivenleri hızlı hızlı inmek suretiyle aşağıya indi. Albay Metin her zamanki gibi dakik ve tam takım hazırlanmış şekilde onu bekliyordu. Serpil Yenge şuh kahkahaları ve fazla yapmacık karakteriyle Albay Metin'e saçma bir sabah şakası yaparak hiç onaylamayan bir bakışa maruz kaldı. Albay "Hadi artık Serpil Hanım, geç kalıyoruz efendim" diyerek olduğu yerde uygun adım yürümeye başladı. Sinirlendiği zaman yüzünde garip tikler oluşan Albay'ın peşinden Serpil Hanım da, sporun hiç bir şekliyle bağdaşmayan bir tempoda, kalçasını sağa sola garip bir leğen gibi sallayarak Albay'a katıldı. Yenge ve eşi kooperatiften girip yirmi sene kadar para ödeyip edindikleri yazlığa her sene üç ay gelirlerdi. Serpil Hanım havasının suyunun cildine iyi geldiğini iddia etse de, denize girmeyip, girse bile kafasında siperliği ve güneş gözlüğüyle kıyıda eşelenmekten hoşlanırdı. Garip giyim tarzı, ve Ağustos'un ortasında bile buram buram sıktığı, ağır ve fazla çiçekli parfümüyle kendini metrelerce öteden belli ederdi. Albay Metin Serpil Hanım ve eşini hiç beğenmemekle beraber, sabahları Serpil Hanım'la yürüyüş, akşam üzerleri de gazinoda eşiyle tavla, batak, okey gibi lüzümsuz aktivitelerle vakit geçirirdi. Tahmin edileceği gibi Albay Metin yazlık site faaliyete açıldığından beri; yöneticilik, site müdürlüğü gibi görevleri kimseye kaptırmadan vazife edinmişti. Serpil Hanım'la konuşmadan tamamlamaya çalıştığı sabah sporu ne yazık ki her sabah Albay'ın tiklenerek eve dönüşüyle sona ererdi. O gün de Serpil Hanım ay, of aman sesleriyle kilometrelerce koşmuşçasına 100 metre sonra tıkanmış "Ay Albaycığım bana yetti bu kadarı, karnım da kazındı zaten, eve döneyim ben artık" diyerek aheste aheste eve doğru yürümeye başlamıştı. Eve döndüğünde Şeref Bey uyanmış, alacalı bulacalı çiçekli gömleğini giymiş, çırpı bacaklarını açıkta bırakan hadiinden fazla kısa şortuyla çayı demlemeye başlamıştı bile. "Ay Şeref koş koş canım çıktı valla, kuralım şöyle güzel bir sofra da kahvaltı edelim." diyerek dolaptan sucuk, kavurma, yumurta, salam, sosis gibi o sıcakta yenilmeyecek ne varsa çıkartmaya başladı. Şeref Bey Serpil Hanım'ın aksine bir deri bir kemik kalmış olan bir adamcağızdır. Bütün gün bardak bardak çay içip, akşamları da rakısı ve peyniriyle yaşar. Devlet memurluğundan emekli bu sempatik çift, ilerleyen günlerde belki burada daha çok yer alır. Bugün Serpil Yenge'nin doğum günü, sedefli ojelerini sürüp, "Şerefciğim boşver pastayı, benim canım şöyle güzel bir kaymaklı ekmek kadayıfı çekti" diyerek sabahın onu gibi eşini köşedeki pastaneye doğru yollamıştır. İyi ki doğdun Serpil Yenge, doğum günün kutlu olsun, daha nice bölümlere...

13 Mayıs 2012 Pazar

Anne Olunca Anlarsın

Şimdi bugün anneler günü diye ben buraya annemle ilgili sevgi sözcükleri ve anneliğin kutsallığıyla ilgili bıdı bıdılar yazmayacağım. Herkesin anası kendine şahane olduğu için kimsenin kimseyle anne yarıştırmasına gerek yok. Çok garip istisnalar dışında kimse annesini değişmek istemeyeceği gibi, şahane anne olduğu iddia edilen kişi de diğer bir çocukca hiç de şahane bulunmayabilecektir. Anneler günü, babalar günü gibi günlerin annesini, babasını kaybetmiş, hiç tanımamış olanlar için ne kadar kanırtıcı olduğunu da hesaba katacak olursak, bu günün anlam ve önemine dair aşağıdaki satırlarda hiç bir içerik bulamayacaksınız. Tüm Dünya annelerinin ortak bir takım özellikleri olduğuna eminim. Bunlardan en kanıtlayabildiğim; telefonda konuşmaktan pek hoşlanma, -Afrika kabile annesi bu durumu ne şekilde çocuğuna uyarladı bilemiyorum. - anneliğin birinci basamağı olabilir. Belli başlı şeylerin anne olan insan çocuğu pırtlattığı anda bünyesine yüklendiğine inanıyorum. Ama bunlar kültürler arası değişimler gösterebiliyor. Aynı zamanda hastane çıkışında bebekle beraber büyükçe ciltli bir kitabın verildiğini ve bunun içinde anne olanın yapması ve söylemesi gerekenlerin yazdığını düşünüyorum. Bu kitabı bulamıyoruz çünkü o bir kutsal hazine ve anne olanların aralarındaki yeminden dolayı varlığı paylaşılmıyor. Kitapta büyük ihtimalle terli terli su içme, portakal suyunu hemen iç vitamini kaçar. Çiğ sucuk/yufka/hamur yeme kurt yapar. Çıplak ayakla yere basma gibi basmakalıp şeylerin yanında, çocuğun yaşı ilerledikce yapılması gerekenler de belirtilir. Benim durumumda veli görüşmesine illa ki git, sinirini boz, eve dön çocuğa çemkir kesin vardı mesela. Bir keresinde veli görüşmesi çıkışı takside annem bana sektiriyor, en sonunda şoför dayanamadı, hanımefendi çocuktur olur yeter falan dedi, sağolsun. Demem o ki anneler değil anne adayları, anne olunca ne yapmıyoruz? Kendimize reset atmıyoruz, biz de çocuktuk, ay ben neler yapardım diyoruz. Veli görüşmelerine gidip de üzülmüyoruz. Ciyak ciyak zırlayan çocuğumuza biz de birazcık gıcık oluyoruz. Hepimiz kendi annemiz kadar şahane bir anne olmaya çalışıyoruz. Köpek eğitimi ve çocuk eğitiminin birbirine benzer şeyler olduğunu kabul ediyoruz. Ve insanlara maaşallah benimki çok zeki, cin gibi gibi şeyler söylemiyoruz. Kitabı ele geçirince toplumla paylaşıyoruz. Ve ne yapıyoruz, anne olunca anlıyoruz.

30 Nisan 2012 Pazartesi

Mano-log

İki sene önce ben güzel güzel çalışmazken, uzun uzun uyurken, babam benden bol bol tiksinirken, film festivali başladı. Nisan ayı, İstanbul'un güzel baharı, çalışmaz arkadaşım Pınar'la gündüz kuşağı festival ekibi olduk. Sabah 11'de Beyoğlu. Sabah 11, çalışmaz insan için böyle bir 8 falan oluyor ya, yani özveri büyük, öyle söyleyeyim. Aklımda kalanlardan süper bir İrlanda filmiyle, Orson Welles'in Türk polis komiserini oynayıp, üstüne bir de çat pat Türkçe konuştuğu bir film. Her neyse konumuz sinema, festival değil. Film çıkışlarımız öğle yemeği, Beyoğlu, Galata, Çukurcuma turları. Bunlardan birinde yeni açılan bir yere denk geldik, Tünel girişinde ufak bir burgercı. E hadi dedik, deneyelim. Bu güne kadar Pınar'la ortak aklı başında toplasan üç karar verebilmişsek, bu biridir diye düşünüyorum. İşte o gün Mano'nun hayatımıza giriş günü oldu, ve kapanana kadar da çıkmadı. Oxynard mı yesem Ottoman mı, tabii ki de çift köfteli, yok o çok olur, yok bence hiç olmaz. Bir keresinde garson kızın dehşetli bakışlarıyla yanımıza gelip, getirirken tabii ki de yiyemezler bu kadar çok diye düşünmüştüm, tebrik ediyorum demesi. Ya ne yesek, nereye gitsek dendiğinde Mano mu yapsak cümlesiyle herkesin sevindiği mekan. Ankara'da yaşarken ya Kebap 49 mu yapsak gibi bir şey sanki. Ve ne yazık ki Mano bir gün kapandı. Neden kapandı anlamadık, çünkü bir yerden sonra kapısında kuyruk olmaya başlamıştı bile. İstemeden de olsa kabullendik. Karşıda bir şubesi olduğunu öğrenmemize rağmen karşıya gitmedik, Mano bizim Beyoğlu pit-stopumuzdu. İki hafta önce iş yerime gelirken, dur bakiim şu sokaktan girersem kestirme mi olur sanki dedim, tabiki olmadı, uzatma olduğu gibi, bi ton da kayboldum sonunda; ama çok güzel bir şeye vesile oldu. Bir anda bir Mano tabelasıyla karşılaştım, saat sabahın sekizi bile olmadığından tüm kepenkler kapalı, lan açıldı mı yoksa marka ofisi mi acaba diye baya bir süre tabelaya salak bir tebessümle baktım. Daha sonra Mano'nun yeni yerinde açılmış olduğunu, öbür yerden neden çıktığını öğrenmiş olarak, Pazar iş çıkışı - ve evet ben Pazar günleri de çalışan bahtsız bir insanım - Mano'ya dönüş yaptım. Menüyü değiştirmemişler, abuk subuk gereksiz şeyler eklememişler, fiyatları artmamış. Yani Mano eski Mano. Personel çok güleryüzlü, ve en korktuğum, hiç bir şeyin tadı değişmemiş. Mekan çok şeker olmuş yani kısaca hayatımıza tekrar "Ya Mano mu yapsak acaba?" geri döndü.

30 Mart 2012 Cuma

Esra Erol'la Aile Hekimliği

Hadi insan yazmaz, üşenir, sallar da bu kadar da mı açmaz blog. Çalışma hayatının insanı ne kadar her şeyden uzaklaştırdığının en büyük kanıtı olabilir blogum, ya da insan öznesi yerine deniz öznesi demeliyiz. Neredeyse dokuz aydır çalıştığım iş yerini değiştirmem, arada bir haftalık evde oturmam, ve aslında bir haftanın çalışmayan insan hayatında bir güne, çalışan insan hayatında bir aya tekabül ettiğini anlamam. Her neyse dönüşüm tabii ki abuk başıma gelen bir olayla başlayacak. Yeni işe başlarken adli sicil kaydı, sağlık raporu, yok efendim ikametgah gibi gereksiz bürokratik süreçler için oradan oraya koştururken, devletimizin aile hekimi hizmetiyle karşılaştım. Oturduğum adresten kadın baktı, evet dedi şey bey sizin doktor buyurun. Girdim içeri dedim ben işe başlayacağım sağlık raporu lazım, verir misiniz? Sanıyorum ki beş dakikalık bir süreç, hasta mısın hayır, al sana rapor bekliyordum. Sigara içiyor musun sorusuna verdiğim evet cevabıyla, bir saatlik bir konuşmaya maruz kaldım. Sanmayın ki bu konuşma sigaranın bilindik zararları üzerine. Sigaranın zararları ne sence sorusu üzerine ben bildiğim her şeyi sıraladım, yok yok o da değil diyor, kanserden kötü, ölümden beter, aman da aman; neymiş diyorum dur anlatacağım diyor. Sonra başladı kadınların yumurtlama sisteminden, konuyu sahip olabileceğim özürlü çocuklara getirdi. Ben aman Allah korusun yaklaşımındayım, adam hala korumaz kızım korumaz diyor. Evli misin bekar mısın dedi, bekarım dedim, evlen dedi. Efendim dedim; kendine sigara içmeyen bir eş bul, sigara içerek sigara içmeyen eş bulamazsın. Bırak hemen sigarayı dedi. Ev erkeği olsun, bak ev erkeği evde bulunur, sokakta bulunmaz. Gezen, tozan, sokaklardaki adamdan ev erkeği olmaz dedi. Hani dedi sünepe dediğimiz tipler vardır ya, böyle işten eve evden işe gider, hah işte sünepe erkek bul dedi. Yok dedim ben almayayım sünepe koca. Okumuş sünepe olsun ama dedi. Ben hala konuyu daha nerelere bağlayacak acaba diye beklerken, kendisine gelen çiftlerin taklidini yaparak sorunlarından bahsetti, sigara içen çiftlerin yaşlanınca ne hale geldiğinden bahsetti. Daha sonra ekrandan bilgilerime bakarak 26 yaşında olduğumu gördü ve evet 35 yaşlarında birisini bul dedi. Aynı yaşta olursak adam ilerde benden sıklırmış, 50 yaşına gelince 25'lik bulur beni bırakırmış. Sonra sence dünyadaki en güzel şey ne dedi, onaylamadığı bir kaç cevap verdim. Sonra ellerinde hayali bir şey tutarak, sesine bir gizem vererek; 3,5 kiloluk bir bebek dedi. Çocuk en güzel şey, en değerli falan; ben düşünmüyorum çocuk pek, sevmem falan dedim, suratından anladım onu zaten ama hayır, çocuk yap dedi. Ve raporu vermeden özetledi durumu; sigarayı bırakıyorsun, kendine sigara içmeyen 35 yaşlarında evine bağlı bir adam buluyorsun, evlenip çocuk yapıyorsun... Yazın dedim reçeteye isterseniz, hah hah diye şuh da bir kahkaha attı. Sonra bir de tabii para biriktirmem, kenara köşeye bir şeyler koymam gerektiğine de değindi, ama bu öbürü kadar yaratıcı değildi ne yazık ki. Raporu aldım bir saatin sonunda, dışarı attım kendimi, psikolojimin içine eden sevgili aile hekimimi düşünerek bir sigara yaktım...Sanırım yakın zamanda taşınıp, semt değiştirip yeni bir aile hekimi bulmam gerekecek. Yoksa işim düştüğünde karşısına çıkıp nasıl derim, sigara içiyorum, bekarım hala diye, oyar valla beni.