20 Eylül 2013 Cuma

Sen O'sun Sağ Kolumsun

         
Koltukta yatıp televizyon izlerken, kitap okurken, bir şey yaparken fark etmez, ya da yatağında uyurken; hali hazırda bulunduğun pozisyonu mükemmel hale getirecek tek bir çözüm kalır bazen; o altta kalan kolu çıkarıp bir kenara koyabilmek. Çok uzun senelerdir hep bunu hayal ettim kafamda, şöyle omuz hizasından tık ettirsem yukarı, çıkarıp koysam kenara, vitrin mankenleri gibi. Ondan sonra tabii ki geldi gerisi, çıkartıp koyabilsek neler olur acaba diye. Bir bak bakalım neler olurmuş...
Bu noktadan sonra bırakabilirsin okumayı çünkü gerisi tamamen benim zırvalamam, e hadi ver bakalım dersen de buyur buradan devam et. 

Teknoloji gelişiyor, her ihtiyaç için yeni bir çözüm önümüze çıkıyorken, bir noktada bütünlüğü henüz zevke bağlı bozulmalara izin vermeyen vücut da nasibini almıştı. Kolları çıkarılıp takılabilen insan vücudu başlarda konfor amaçlı tasarlanmış olsa da, her icat gibi bir noktada asıl amacından büyük bir sapmayla çıkıverecekti. İnsanoğlunun kafasının itliğe pisliğe de bolca bastığını hesaba katamayan bu mucitler sonuçlarla başa çıkamayarak lanet olsun ilimine de bilimine de deme noktasına gelerek meslekten soğuyacaklardı. İlk nasıl başladı kimse tam olarak hatırlamıyordu aslında ama sanırım kolunu çıkarıp televizyon karşısında uyuklayan genç kadın, kalktığında kolu yerinde bulamadığında başlamıştı garip olaylar zinciri. O güne kadar kimse kafa yormamıştı aslında kollarının güvenliği konusuna. Alan neden aldı, ne yapmaya aldı kimse tam kavrayamamıştı. Rahat bir uyku uğruna tek kolundan olan kadın insanlarda büyük bir telaşa sebebiyet verdi. Bundan hemen kendine iş çıkaran bir kaç fırsatçı, kolları güvenliğe alacak araçlar satmaya başladılar. Kol zincirleri, muhafaza kutuları gibi, fark etmeden kendi sektörünü yaratan tek kollar beraberinde de bolca saçma ürüne çanak tutmuş oldular. Gelir seviyesi ve beğenisine göre insanlar kollarını güvende tutacak ürünlere yöneldiler. Ve evet; garip Swarovski taşlı ve Hello Kitty'li ürünler buradan da  geri kalmadı.  

Korunacak şeylerin hep yok olacağı gerçeği  burada da kendini gösterdi. Madem bu kadar korunuyor, o zaman... diyerek kafalarında ampul yanan fırsatçılar kolları çalmaya başladılar. Kollarını çaldırmış olan tek kollular bu sefer yeni kollar bulmanın peşine düştüler. Karaborsa ve kol mafyaları bu işten büyük paralar kaldırmaya başladı. 

Geceleri sokakta yürümeye korkar oldu insanlar, her an bir köşeden çıkıp birisi çalabilirdi kollarını, Allah esirgesin. Kol çalanların bir kısmı da kollarını hali hazırda çaldırmış olanlardı aslında. Kendi ilahi adaletini kuranlar bunu bir suç olarak görmüyor, bir nevi takas sistemi gözüyle bakıyorlardı. İşlerin iyice çığrından çıktığı noktada devlet olaya el attı. Oluşturulan "kolluk kuvvetler" insanların can ve kol varlığından sorumluydu artık. Bir evin nüfusunun ihtiyacından fazla kol bulundurmak suç olmuştu sonunda. Yapılan ani ev baskınlarında, merdiven altı imalathanelerde bir sürü kol bulunuyordu. Çıkarılan yasaların yanında saçma sapan ünlülerin kullanıldığı sosyal bilinçlendirme kampanyaları başlamıştı. "Kolumu geri ver!" temasıyla tek kolunu çıkaran ünlüler bir gün sizin de kolunuz alınabilir mesajları vermeye başladılar. İnsanlar işi gücü bırakmış kollarla kafayı bozmuştu artık. Düzen bozulmuş, kimsede zerre huzur kalmamıştı. 

Aynı anda iki kolunu kaptırmış olanlar için olay zaten artık çok farklı noktadaydı. Sabah programlarında artık kimse evden kaçan kızını aramıyor, insanlar kollarını bulabilme çağrıları yapıyorlardı. Müge Anlı meslek hayatının en zor günlerini yaşıyor, ekranlardan çağrı yapmadığı, gözlerinin dolu dolu olmadığı bir gün geçiremiyordu. Esra Erol genci, yaşlıyı evlendirmeyi bırakmış kolların kayıp eşlerini bulmaya kendini adamıştı. İki kolu da yerli yerinde ve orijinal olanlar büyük sıkıntı yaşıyor; nasıl yapsak da kolu kaptırmasak diye düşünmekten uyku uyuyamıyorlardı. Maddi zorluk çekenleri ise, büyük paralar karşılığında kollarını zengin tek kollulara veya kol mafyalarına satıyorlardı. 

Halk artık akıl sağlığını yitirmiş, rahat uyuyacaz diye değer miydi bunca çileye diyerek sokaklara dökülmeye başlamıştı. Olağanüstü hal ilan eden devlet baktı işin içinden çıkamayacak, yeni bir yasa çıkardı. Bütün kollar toplanacaktı artık, böylece eşitlik sağlanmış olacaktı. Tabii ki her zaman en saçma çözümü bulan devletin bu fikri halkı iyice dellendirdi. "Ne verecem arkadaş ben sağlam kolumu?" diyenler meclise yürümeye başladı. Tek kollu bir insan seli akın akın meclise yürüyerek homurdanmaya başladı. Tam da o sırada bir grup bilim adamı çıktı ortaya. Durun bi dediler. Biz baktık olay büyük boka sardı, çalışıyoruz bir süredir, madem dedik bunu çıkartmayı becerdik, yenisini de üretmeyi pek hayli becerebiliriz. Bir iksir yaptık böylece - ve hayır onlar büyücü değildi, sadece o anda iksir demek istemişti doktorun canı- vücudun sağlam bir yerinden alınan ufak bir parçayı gün aşırı sulayarak kolu tekrar büyütebiliyoruz, sonra da çıkarttığımız yere geri takıyoruz. İksirler kaymakamlık ve belde muhtarlıklarında dağıtılacak; kolunuzun olmadığını beyan etmeniz yeterlidir.

Doktorun yüreklere su serpen açıklamasından sonra sen al halkı bir sevinç, o tek kollu halleriyle başlamasınlar mı bunlar halaya, oluşan garip görüntüyü hiçe sayarak hem de. Velhasıl aradan belirli bir miktar zaman geçtikten sonra kollarını sulaya sulaya büyüten halk çıt diye taktı omuzdan çıkarttıkları yere. Ve dediler ki bir daha da çıkartırsam iki olsun, varsın uyuşsun uyurken koltukta, ben kolumu sokakta bulmadım ya! 

Dip: Ersin Karabulut çizsin istiyorum bunu!

19 Eylül 2013 Perşembe

İki Şehir Hikayesi

                                            Önce bunu başlat, öyle başla okumaya...

Hayat çok garip aslında, ya hayat var ya çok, çok garip aslında. Bu aralar kafamda en çok ses bulan cümle. Ve fark edişim, aslında şehirlerin de hiç bir farkları olmadığından sevgililerden; bir gün eyvallah dediğinde arkandan gelmemeleri değil gelemeyecek olmaları dışında. Mesela Ankara, ilk ilişkim, en uzun sürenim, güven, aidiyet, huzur gibi o yaşlarımda en istemediklerim. Sıkıldığın, kaçmak istediğin, ama seneler var kopamadığın. En yakın arkadaşın olmaya başlayanın, senin gözünün açılmaya başladığı yaşların. Platonik aşık olduğun İstanbul gel dediğinde, sen koşup gittiğinde arkandan bakacak olanın, ama gitme demez hiç, hiç birimize demedi biliyordu, tanıyordu çünkü dinlemezdik ki biz onu. Peki dedi sadece, git sen; ama ben burdayım hep beklerim seni...Tabii tabii dedik bekle sen geliriz ya biz geri. Üzülmedin diyemezsin ama, her gidişinde keşke başka türlü olsaydı diye düşündüğünü biliyorum.

Istanbul; o başkaydı ama; orta okuldayken aşık olduğun lisedeki çocuktu, senin varlığından habersiz. Öğle yemeğinde karşılaşsan günlüğüne üç sayfa aşk cümleleri yazacağın.Çok başkaydı İstanbul, ya da sen öyle sanmıştın, o yaşında. Sonradan açıp okuduğunda güldüğün günlük sayfaları gibiydi belki de. Aşkı ne sanıyordun acaba o yaşında? Huzur, güven, aidiyet? Efendim? Arayan kimdi ki? Güldüğün, eğlendiğin hep yorgun eden seni ama yanında mutlu dolandığın adam gibiydi. Hani bir gün sonrasını hiç düşünmediğin. Ama yine de seni her üzdüğünde sen yine koşmadın mı Ankara'ya doğru söyle. Anlık pişmanlıklarında, hani ağlar gibi yaptığında sana sarılıp uyutmadı mı o hep? Hiç sormadı neden gittin, hiç sormadı neden geldin diye. Başını okşadı sadece geçecek, üzülme sen dedi. Özlemişsin, o tanıdık güven duygunu; ama ikiniz de bildiniz ki sabah uyanınca sen koşcan seni üzen İstanbul'una diyeceksin ki gözlerin parlayarak çok özledim seni. Götsün çünkü.

Biraz zaman geçince fazla gelecek sana koşup da kaçtıkların, ya bu gece de çıkmasak da evde mi otursak hissi gibi. Hayır ya saçmalama ne oturması, ben oturmam bilmiyor musun? Bu yüzden seçtin ya beni, hani bundan koptun geldin ya bana. Tamam da, diyeceksin hani hep de olmaz ki sanki. Boş boş bakacak suratına, hiç anlamayacak seni. Ve bir gün gelecek sen onu da terk edeceksin, aynı Ankara'ya yaptığın gibi. Aşk için değil bu sefer, huzur için, güven için de değil; beşik kertmesi gibi aslında sen seçtiğin için değil. Ve İstanbul da her eski sevgili gibi terk edileceğini anladığında gitme diye gitmeyesin diye elinden geleni yapacak. Diyeceksin ki neredeydi aklın canım benim? Topladım bile ben son bavulu. 

Ama bil ki, bak sakın unutma, hiç Ankara gibi yapmayacak sana, ben hep buradayım sen git demeyecek. Hemen doldurur çünkü boşluğunu, yeni kan lazım ona, yine boyar gözünü o renkli ışıklarıyla Ankara kızlarının. Geri döndüğünde alır yine seni yatağına, hayır demez; ama sanma ki başını okşayıp uyutur omzunda.