28 Nisan 2010 Çarşamba

Bize ne olur dersin?


Pazartesiden başladık şarapla, salıdan devam ettik birayla, çarşamba sabahı süt. Fazla mesai yapan bir karaciğer, ama yetti artık yani diyen bir böbrek, daha da, daha da diyen bir id. Birleştirelim hepsini, işte içinde bulunduğum hal. Dün kızlarla buluştuk, yok artık o da mı evleniyormuş, ne ne ne doğurmuş mu, e çüş ama, gelinliğini gördünüz mü rezalet, kırmızı kuşak da taksaymış bence, kocası da amcam yaşında, e peki oğlum biz kaldık mı böyle ne dersiniz? Yok canım daha erken ki, yani, yaşımız, küçüğüz biz, sanki, ama, zaten istemem ki, kendime zor bakıyorum ki ben, benim hayatımda değişmez ki bir şey, görürsünüz ben evlenicem onla, ben memnunun halimden, hem evlenip napican, ben nefret ederim çoçuklardan, deme öyle çocuk candır..Neyse yani bakalım işte erken ya daha erken, yaşımız ne ki? Biz çıkamazken bu çemberden, anlaşıldı iyice arkadaşlar iyidir, sevgililer gereksiz, anılar taze, hikayeler aynı, geçmiş uzak, uzak yakın, yakın benim değil. Yakın benim olur mu? Yakın benim olsun mu? Eve gidince pikap açılmış dün sonra başka bir grupla, ama hep aynı plak dönmüş içinde, "How does it feel?" demiş Bob Dylan ben cevap vermişim içimden, yani diye. Bir de biletleri kaçırdık tabi konsere...

27 Nisan 2010 Salı

Could it be love?


Ya eylüldü ya ekim, ayıp tabi biraz hatırlamamak. New York'la ilk tanışmamız. New York'da sonbahar. Başka ülke, başka şehir, başka kültür, başka insan değil orası, orası başka bir dünya, orası harikalar diyarı kimine, kimine sıçanlı metro durağı. Bir hafta sürdü bizimki,tam alıştık derken, -sevdik diyemem çünkü ilk görüşte aşktı bizimkisi- koptuk, bırakmak zorunda kaldık. Tek başına gecenin bir saati korkmadan metrolarda gezerken, nerede olduğunu bilmeden sokaklardan geçerken, empire state of mind'ı New York'da dinlerken, var mı lan ötesi derken. Sigara içmek için sokağa çıktığında tanımadığın insanlarla muhabbet ederken, ve alıştığın garip, yılışık yazma durumlarına maruz kalmazken, sabahın köründe Mets'e gidip tek başına gezip, dolaşıp, büyülenip, hayran kalırken, dışarı çıkıp 2 dolara hot dog kapıp merdivenlerde oturup yerken, sonra bir zenci gelip de New York, New York söylemeye başladıysa, ve güneş vurduysa tam da o anda yüzüne nasıl olur da aşk olmaz bunun adı söylesene. Ben yaşarım ki burada dediğim, taşınırsam evimi nerede tutacağıma şimdiden karar verdiğim şehir New York. Nereden çıktı bugün New York, donut aldım kendime, kahve yaptım yanına da kahvaltı olsun diye, bir baktım ki I love NY kupası, arkadan ezan sesi mi girermiş camdan,olsun..

26 Nisan 2010 Pazartesi

Sabah kahvesi



Masal degil kizim artik kabul et, yok yasayamayacaksin bir tanesinin icinde. Oyle dusundugun gibi olmayacak hic seni bekleyen. Gercek uymayacak sandigina. Cesaret edemeklerine baskalari da etmeyecek iste anla artik. Olmayacak tutup da kolundan seni cekecek bir el karsinda. Eksik kalacak duymayi umdugun film replikleri. Hep monolog kalacak kafandakiler. Yok iste anla izleme daha fazla film, gorme. Yoksa kurmak zorunda kalacaksin o klise bunlar sadece filmlerde olur cumlelerini. Filmler olmaz sana, gelmez. Disinda birakir, cekip de alamaz icine. Sen kalirsin orda idrak et artik. Degistir, duzelt, yola sok artik. Sen ol biraz, bul biraz. Bil biraz. Danisma kimseye, danisma sonunda yine bildigin halti yiyecegini bile bile. Var ya hani o buldugun ufak cesaret anlari, bulma iste kizim artik onlari, bulsan da uyma. E hadi uydun ya yine. Bilirim uyarsin cunku. Uydugunda da bekleme masal olmaz, roman olmaz bundan, is cikmaz burdan sana be canim. Okuma daha, yazma baska sen olmayacak adi hic bir zaman o sayfalarda yazan, sen olmayacaksin o cumlelere konu olan. Sen bekleme artik lutfen bekleme ki olmadiginda sonmesin balonun hani su kafanin uzerinde gezdirdigin. Bekleme ki patlamasin pof diye, sonmesin yavas yavas piiis diye. Hadi uyan artik, hadi yumma gozlerini daha fazla, devam ettiremezsin bu bilincinle o bilincaltinin soylediklerini. Uyandin artik kalk yerinden de git bir kahve yap kendine. Acilirsin belki belli mi olur...   

20 Nisan 2010 Salı

Salı Sallanması

Aileye katılan yeni bireyin heyecanı, Bostanlı sahilde pazar kahvaltısı, içimden sürekli söylediğim İzmir'in dağlarında çiçekler açar marşı, İstanbul, asit yağmuru beklentisi, güneşin çıkıp şaşırtması.. Sabah olmuş gün doğmuş arkadan çalarken, ben akşam olsa gün bitse diye beklerken. Buzluğa attığım roze soğurken, benim içim eriyip akarken, severken bazen, nefret ederken, hepsini geç beklerken, geçer mi bir salı hayatımdan? Ya da şöyle sorayım, ne getirir bana çarşamba?

14 Nisan 2010 Çarşamba

Becoming Jane


Okuduğum her kitaptan sonra ruh halim ve günlük hayat davranışlarımda ufak sapmalar hissederim. Yaşadığım zamana uyum sağlayamama sorunu çekerim, eğer kitap farklı bir dönemde geçerse. En garibi de kitabın diline paralellik göstererek içimden kurduğum düşünce seslerinin dili değişir. Kafamdan o kitabın dilinde cümleler kurduğumu farkederim. Bu aralar da Jane Austen'dan muzdaribim. İki yüz yıl kadar öncesine gidip Mr.Darcy ile bir münasebet kurmak istememin dışında, bir kibarlık geldi cümlelerime. Sanki bir mektup yazsam şimdi birilerine öyle bir dille olması gerekiyor. Çok değerli arkadaşlarımın hoşsohbetiyle geçireceğim bir bahar akşamı sonrasında, şöyle korularda uzun yürüyüşler yapmak istemem gibi. Telefon çalsın diye beklerken, telefonu bu döneme nasıl oturtacağım bilmezken, bir kere görüşüp de sözlenmiş sayılmak gibi işte. 22 yaşına gelip, gelip de geçip evlenmek için geciktiğini düşünmek gibi. Yada en basiti, sokakta sigaranı yakmak için ateş aldığın birine, "bu nazik, kibar ve centilmen hareketiniz karşısında ne kadar memnuniyet duyduğumu sizlere belirtmekten mutluluk duyarım" demek gibi. Demedim tabi, demem. Demem deli derler.

12 Nisan 2010 Pazartesi

mr big?



Sex and the City kadınlarıyla büyümüş bir kuşak olarak, hala her tekrarına denk gelişte sevinen bir ruh hali içinde kalarak, filmin ikincisini heyecanla bekliyoruz. ha ilkini çok mu sevdik hayır ama bıraktığımız yerden sonra neler olmuş merak ettik. evet bizim için hala finali gerzek bir evlilik yerine pariste "Carrie you are the one" denilen altıncı sezon finali olarak kalsa da senelerimizi verdiğimiz dört karakter ne yer içer, ne giyer, kimi sever, kimden vazgeçer bilmek en doğal hakkımız. Sex and the City kadınları -birazcık da olsa teyzeleri oldu artık -Mayıs 27'de vizyona girecek. Trailerdaki sürpriz isim Aidan, bu filmi daha zevkli yapacak gibi gözüküyor. Sex and the City'nin altı sezonu kafamıza biraz da olsa bak tek bir insan var senin için, öyle takıl, gez, başkalarını bul nişanlan, evlencem de sonunda aynı adama dönersin fikrini aşılamış olsa da, bir Mr. Big ne kadar Mr.Big kalır? Yoksa bir yerden sonra aman bizim John işte hissi verir mi bünyeye?

ilk tıkırtısı klavyenin

ben eski kafalıyım biraz. ben yazarım, evet çok hem de; ama paylaşmam, ama okumam ama okutmam. kendimi bildim bileli hep bir defter olur hayatımda, ama açıkta durmaz dolap diplerine çekmece altlarına saklanır hep, niyeyse? Küçükken aşk yazardım, bana bunu yaptı, onu şurada gördüm bugün diye, sonra büyüyünce açar okurdum, gülerdim, ne komikmişim derdim. başka bir şeyler yazardım, daha da büyüdüğümde yine komik gelecek. Sonra değişti, sonra dedim ki bunun için yazı mı yazılır, çünkü farkettim ki sadece üzgünken kalem kağıt gelir olmuş aklıma. Normal şeyler yazmak istedim, e dedim ben bunları paylaşırım o zaman, dolaba, çekmeceye sokmaya gerek yok.
Dur dedim bir blog açayım kendime, oraya yazayım, defter ama dursun hala dolapta çünkü lazım olur o hep. Ama kimseye de söylemedim bu blogu, aramızda kalsın; dedim ya ben eski kafalıyımdır biraz...