27 Mayıs 2010 Perşembe

İdiot,idiot..İdiotloji


MFÖ dinlemeyen, dinlemese de Ali Desidero'yu bilmeyen yoktur herhalde. En kötü Permatik reklamlarından hatırlar belli bir yaş grubu. Geçen gün evde otururken bir şey farkettik; evet hepimiz biliyoruz Ali Desidero'yu, fakat hangimiz eşlik edebiliyoruz "aliiii ali desidero" dışındaki bir kısmına? 80 kuşağını ortasından yakalamış olmamıza rağmen, vaktinde yeterli çabayı göstermemiş ve Ali'nin hikayesini ezbere söyleyebilmekle gururlanamamışlardanız. Bu noktada hemen teknoloji girer devreye. İnternetin, özellikle de google'ın hayatımıza girmesinin en büyük avantajı nedir? Meraka hizmet etmek, bilmediğine ulaşabilmek değil midir? Ki bence öyledir. Arama motoru kullanma özürlü tanıdıklarım çoktur. Arkadaşına sorarcasına bir cümleyle google'a danışan mesela. Arama kısmına özneli, yüklemli, dil bilgisi açısından çok da başarılı soru cümleleriyle saldırılarının sonucunca, garibim google hemen "bunu mu demek istemiştiniz?" savunmasıyla gelir. Bu süreci atlatarak ali desideronun sözleri bulunur. Karşımızdaki ekranda bir makale, gittikçe gidiyor. Kızım bu şarkının ali desidero dışında hiçbir cümlesi tekrar etmiyor. Eş zamanlı şarkı çalınarak, sözler takip edilir. Ve sonunda şu sonuca varılır: Ali Desidero şarkıların kralıdır, Ali Desidero bir ekol, bir idol, bir masaldır. Türk müzik tarihine böyle bir şarkı bir daha gelmez, gelemez. Bizim ali pişpirik oynar, mfö dinler, maç seyreder ya hani, haklıdır Ali, dinlenir MFÖ yani. Şarkı sadece Ali'nin hayatı ve abayı yaktığı kızı anlatmanın dışında genelde alışık olduğumuz aşk şarkılarının bir hayli dışına çıkar. Ali'nin kız feminist ve entel takılmakta olup, optimist hem de pessimisttir biraz. Tabi ununtmadan idealizmi de savunmaktadır. Gel gelelim şarkının hayatımıza soktuğu en güzel kavram olan idiotlojiye. Her dinlendiğinde idiot, idiot..idiotloji diye bağırmaya insanı teşvik eden bu muhteşem felsefe, değişik bir psikoloji olarak adlandırılıyor. Şarkının ikinci can alıcı noktası, kızın kahvenin önünden geçerken Ali'nin açtığı MFÖ'yü duyup bayılacak gibi olması, akabinde Ali'nin kızın elinden tutması ve evet beklenen an; Ali'nin kıza bir klark çekmesi ve kahvedekilerin Inının demesi ınının ınının ınının, ınının ınının ınınınıııın. Sonrasında kızla Ali'nin diyalogları. Kayıtta bir kız tarafından seslendirilen bu kısım konserde dinleme şansına sahipseniz, Özkan tarafından söylenen "ay nasıl olur ben sizi hiç tanımıyorum ama, hem konu komşu ne der sonra merci giderim tek başıma"nın ne kadar şahane olabileceğini size göstermiş olur. Kızın Ali'yi sınama soruları, luther diyor kız machiavelli şampiyon biziz diyor ali attığımız gollerden belli ile aralarındaki uçurumu belli edecek, fakat yine de, nedense kız Ali'deki şeytan tüyünün farkına varacaktır.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Türk kızı kullanma kılavuzu vol:1


Sakat bir konunun giriş cümlesi. 25'e yaklaşmakta olan yaşım kadar deneyimlediğim Türk kızı olma konsepti...Bu ırkın içinde bulunduğu Akdeniz insanı artı Türk insanı olma hallerinin doğurduğu bir takım sonuçlar. Karşı cinse karşı tutum, hal, hareket ve davranışlar. İlk önce Türk kızının en büyük silahıyla başlayalım. Gözyaşı. Evet, bu cins daha çocukluktan itibaren istediklerini almanın bir yolu olarak ağlamayı benimsemiştir. Oyuncakçıda gördüğü bir barbie için annesine, markette istediği bir çikolatayı elde etmek için babasına, tokasını çeken kıl sınıf arkadaşını cezalandırması için öğretmenine kullandığı bu mekanizma, yaş ilerleyip de ilişkiye geçiş yaptığında sevgiliye karşı kullanılan yegane silaha dönüşecektir. Gözyaşı power diye adlandırdığım bu sistem, zor anlarda son başvurulan çözüm olarak karşımıza çıkar. Bir kavgada, dargınlıkta, küslükte Türk kızı hemen açar muslukları. Karşındaki dayanamaz, kıyamaz olursa sana tamam, olay çözümlenmese de kapanır. Kapanmasa da rafa kaldırılır, geçici bir süreliğine. Fakat karşındaki sistemi çözmüşse, az biraz kafası çalışıyorsa sistem çöküşe geçer, işlemez. Bu noktada Türk kızı ikiye ayrılır işte, bezelye beyinli model error verir. Ne yapacağını bilemez, tek kozu elinden alınmıştır, sen beni sevmiyorsunla kendini kurtarmaya çalışır ama bilmez ki zaten girmiş olduğu bataklıkta iyice batar. Kafası çalışan ikinci model ise olayı idrak eder, muslukları kapatıp, doğru kullanıldığında en büyük silahı olan çeneyle işi halleder. Türk kızının konuşma kapasitesi, uzun ve dolaylı anlatımları, betimlemeler ve kinayelerle süslendiğinde karşı taraf için yıpratıcı bir etkiye sahip olur. Genelde üç beş cümle ile kendini ve derdini anlatmaya alışık olan erkek modeli bu noktada öldürücü olmasa da bayıltıcı vuruşu almıştır.
Türk kızı rockçısından, gotiğine, alternatifinden, enteline her ne kadar karşı gelse de; çevre baskısı, aile sancısı ve hormon ağrısının bileşiminden belirli bir yaşta evlilik olayına giriş yapmaya başlar. Sadece düğün seramonisini yaşamak adına bile kendini olaya ısındırır. Hele de bunun tanıdıkları, akrabaları, en fenası da en yakın arkadaşları evlenmeye başladıysa vay haline. Hali hazırda bir ilişki içerisindeyse gerek satır aralarından gerekse direk biz ne zaman evleneceğizden girer konuya. Sevgilinin koca adayına dönüştüğü bu süreç iki taraf içinde eziyetten farksız, sonucu, sebebi havada kalan bir olaya dönüşür. Karşı taraf da aynı fikirlere sahipse zaten ortada bir sorun yok demektir, e zaten karşı taraf bu fikirde idiyse Türk kızının beyin yemesine ihtiyaç kalmadan, bir yastıkta kocanma süreci start alır.
Bu cinsin en başarılı olduğu bir diğer konu ise dırdır kapasitesidir. Her konu üzerine, dur durak bilmeden söylenmek, karşı taraf için bir süreden sonra sadece fondaki gürültü haline gelecektir. Bu dırdır işi öyle pis bir şeydir ki, ancak olayın dışında olup da gözlemlediğiniz zaman ne kadar korkunç boyutlara gidebileceğini idrak edebilirsiniz. Sokakta arkanızdan yürüyen bir çift, kafede yan masada oturan bir çift, yakın arkadaş çiftte gözlem şansı bulunabilir. Bazen dönüp de; arkadaşım allah aşkına sus, yedin çocuğun beynini deme isteğini hissettiğinizde, anlayacaksınız ki kız dırdırı felaketlerin en kötüsüdür.

4 Mayıs 2010 Salı

Pilim güneştir benim


Mayıs geldi ya şimdi, ben, bir yaz çocuğu olarak sevinmeye başladım. Enerjisini güneşten alan, hava ısınıp ısınıp kaynasa bile suratında salak bir tebessümle oley sıcak, oley güneş, yaşasın yaz diyen hallerim gelmekte. İstanbul'a taşındığımdan beri yazın sadece deniz, güneş, tatil olmadığına idrakım, şehirde de yazın güzel geçebileceğine olan inancım bu sene de yerli yerinde. Ankara'da yaz durgundur, Ankara'lı toplar tası tarağı tatile, yazlığa gider yazın. Boş kalır şehir, sokaklarda azalır insan. Ne zaman ki tanıdığın insanlarla karşılaşırsın -ki Ankara'da tanıdıktır genelde herkes- o tanıdık insanları normalden daha esmer görmeye başlarsın, ne zaman ki yavaş yavaş çoğalırlar; o zaman anlarsın ki yazın sonu gelmiş, tatil bitmiş artık. Yapacak şey azdır yazın Ankara'da, gerçi kışın da çok yoktur ama..Beklersin yazın Ankara'da. Gidenlerin dönmesini, okulun açılmasını, işin başlamasını, kışın gelmesini. Ankara'da beklersin, çünkü Ankara geçmez insanın boğazından kuru kuru, arkadaşlar gerekir, su olur yutturur sana şehrini. İstanbul'da yaz başkadır ama, gidenler gider yine ama şehir uyumaz, beklemez dönüşleri. Nemli, ıslak devam eder yaşamaya. Uyana. Sokaklarda yaşamaya devam eder insan, sigara yasağı koymaz olur artık bu mevsimde. Söylenir arkadaşların yanında aman da ne sıcak diye, yok dersin sen, yaz çoçuğu, iyidir sıcak iyidir. Caz gelir, müzik gelir, festival olur, konser bitmez İstanbul'da. Atlayamazsan da oturabilirsin denizin kenarında, bakarsın, belki bir kitap açarsın, belki bir şarkı. Ankara çocuğuna çok şey demektir bu. Sevinir hala Ankara çocuğu vapur gördüğünde, martı gaklaması duyduğunda. Oturduğunda bir parkta, bankta, bahçede; görebiliyorsa denizi, ulan der iyi ki geldim İstanbul'a.