27 Nisan 2010 Salı

Could it be love?


Ya eylüldü ya ekim, ayıp tabi biraz hatırlamamak. New York'la ilk tanışmamız. New York'da sonbahar. Başka ülke, başka şehir, başka kültür, başka insan değil orası, orası başka bir dünya, orası harikalar diyarı kimine, kimine sıçanlı metro durağı. Bir hafta sürdü bizimki,tam alıştık derken, -sevdik diyemem çünkü ilk görüşte aşktı bizimkisi- koptuk, bırakmak zorunda kaldık. Tek başına gecenin bir saati korkmadan metrolarda gezerken, nerede olduğunu bilmeden sokaklardan geçerken, empire state of mind'ı New York'da dinlerken, var mı lan ötesi derken. Sigara içmek için sokağa çıktığında tanımadığın insanlarla muhabbet ederken, ve alıştığın garip, yılışık yazma durumlarına maruz kalmazken, sabahın köründe Mets'e gidip tek başına gezip, dolaşıp, büyülenip, hayran kalırken, dışarı çıkıp 2 dolara hot dog kapıp merdivenlerde oturup yerken, sonra bir zenci gelip de New York, New York söylemeye başladıysa, ve güneş vurduysa tam da o anda yüzüne nasıl olur da aşk olmaz bunun adı söylesene. Ben yaşarım ki burada dediğim, taşınırsam evimi nerede tutacağıma şimdiden karar verdiğim şehir New York. Nereden çıktı bugün New York, donut aldım kendime, kahve yaptım yanına da kahvaltı olsun diye, bir baktım ki I love NY kupası, arkadan ezan sesi mi girermiş camdan,olsun..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder